son yaprağıydı güzün

beni ilk kez öptüğünde, dudaklarından hiç ayrılamayacağımı düşünmüştüm. gözlerimde kendi etkine bakabilmek için omuzlarımdan tutup beni kendinden biraz uzaklaştırdığında gözlerimi açmakta zorlandığımı hatırlıyorum. bunu yine öpülmek istediğime yormuştun galiba... baş döndürücü ikinci öpüşünün ardından yeniden nefes alabilmek için ayrıldığımızda ayaklarım yerden kesilmeden önce gökyüzüne doğru bakabilmiştim. evin kenarından görülen ağaçtan bir yaprağı kaldırıma, küçüklü büyüklü karelerin üzerine düşerken gördüm. bir öpücük daha gelirse beni öldürmekten korktuğunu düşüne düşüne yürümeye devam ederken yerden yaprağı alıp geriye doğru dönerek ağaca bakmıştım. ağaçta hiç yaprak yoktu. o koskoca ağaçta hiç yaprak kalmamıştı. ağaç son yaprağını, aşkımızı örtmek için düşürmüştü...

son yaprağı düşmüştü güzün, ben böyle başlamıştım... sen ruhumun içinde gezinirken var olduğuma dair tek kanıt o yaprak oldu yıllarca... seni özlerken o yaprağın üzerine avcumu yapıştırıp sanki el ele tutuşmak üzereyken açılmış ellerimizi birleştiriyormuşuz gibi gelir, rahatlardım.

kendim olurken senle kalabilmek için çok kez ortaya çıktı o yaprak defterlerimin arasından. bocaladığım her an çevirdiğim bir defterden, kitaptan ortaya çıkıvererek "senin" olduğumu hatırlatıp durdu bana. ben olmamın ancak böyle mümkün olabileceğini...

o yaprak büyük fotoğraf albümümüzün arasında, seninle ilk çektirdiğimiz resmin yanında duruyor. ben gittiğimde sen de avcunu açarak yaprağa yapıştır sevgilim. tut elimi...

gidiyorum farkındayım. kim bilir hangi ağacın son yapağıyım?

sen beni çınara yakıştırırdın. çınar gibi kadınsın derdin. ne güçlüsün, ne eğilmezsin, ne dinginsin, bilir gibisin hep derdin. kim bilir hangi çınarın son yaprağı düşüyor şimdi. ben giderken hangi kaldırımın üzerinde bir çift âşığın ilk öpüşüne şahit olacağım. çürümek üzere bir süpürgeyle toplanacak mıyım, yıllarca bir defterini kitabın, albümün arasında saklanabilecek miyim. kaldırımda kalakalmış halimin hatırası birinin aklından geçip gidecek mi ara sıra?

ruhuna dokunacak mıyım bir mevsim boyunca yeşil halimi özleyecek birinin?

biri ilkbaharı özlerken kitap ayracı olarak güzün son yaprağını mı kullanacak, bilmiyorum ki!

artık ben değilim, senin değilim çünkü...

düşen son yaprağıyım güzün; kim bilir kimim?

hala elimi tutabilirsin, henüz gitmedim. artık mevsimler geç dönüyor, var birkaç yaprak daha...

biraz daha tut elimi, bilmiyorsun ama burdayım, hisediyorum hala; üşürken!

elimi tut... biraz ısıt!

*

Benim istediğim bu değildi. Bana bıraktığın bu olmamalıydı.

İkimizin de uzak durduğu, uzaklaştırdığı ne varsa onların yığıldığı yerde beni tek başıma bıraktın. Kokuyor burası. Sen değil, ben değil, biz değil; pis kokuyor… Bu kadar beyaz bir yer nasıl böyle kokabilir? Evet, ilk evimizde her yer beyaza boyanmışken aynen böyle söylemiştin… biliyorum. Ama sonra o ev biz kokmuştu yavaş yavaş. Mutfağı ben kokardı, banyosu sen. Tıraş losyonun… televizyonun karşısındaki koltuk da sen kokar, dı… Beni burada böyle bırakamazsın! Pis beyaz gözümden akıyor, dökülüyor damla damla. Beni burada bırakma.

Yağmur yağıyor, camları dövüyor damlalar kocaman kocaman… kahve getir bana hadi, fincanları koklaya koklaya. Pencereden bakarken yaklaş arkamdan, yanıma gel, yanımda dur. Hayır hayır, gelme! Çıkar beni burdan! Fincanları bırak pencerenin kenarına, gidelim… kahve bile kokmuyor, pis burası! Bırakma beni, beklemek çok kötü. Gözlerimi açamıyorum. Hâlâ burda mıyız? Burda mısın hâlâ? Beni bırakma!

Annem çağırıyor. Elimi bırakma!

“Kimse bilmesin seni sevdiğimi, nazar değer,” demiştin ilk kez elimi tuttuğunda. N’olur şimdi elimi bırakma. Yağmur çarpıyor. Şu ağaçtaki son yaprak da düştüğünde gitmiş olacağım zaten, n’olur “şimdi” bırakma!

*

“Sevişmek istiyorum. Uyanmak ve sevişmek. Ruhum uçana kadar seninle sevişmek istiyorum. Kalan her şeyi seninle sevişebilmek için yapmak… uzan bana.”

Kırmızı tuğlalı o binanın duvarına yaslandığımda sol kolunu omzumun üzerinden uzatıp yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdığın zaman nefesinden yayılan karanfilli kokudan başım dönmüştü. Kımıldayamaz, kıpırdayamazdım.

“Uzan bana!” diye emrettin. Yalvarır gibi emredilir mi? Öyleydin…

Seni bana çektim ceketinin kenarını sıkıca kavrayıp. Sol kolun omzumun üzerinden belime kaydı. Dudaklarım uyuşana kadar öptün, içimde ol istedim sağ kolun boynuma dolanıp elin saçlarımı kavrarken… o günden beri içimdeydin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder