yusuf

aidiyet hissetmek, bu dünyayı yaşanabilecekmiş gibi gösteren tek şey!

birine ait olmak, birinin senin olması en sağlamı…

eksiklerin farkında olabilmek, ihtiyaç duyduklarını anlayabilmek için uzun zaman geçirirsin. büyümen yetmez, hatta yaşlanman lazım.

sevgilin olur, birçok yerden bir sürü arkadaşın. biri seni sever, birine kendini sevdirirsin bi bakmışsın! sevilmenin sevmekten daha tatlı olduğunu keşfetmişsindir, sevildiğinden şüphe edene kadar.

tüm bunlar olur insan hayatında.

ama aile… aile…

onlar başka! bambaşka. annenin ablanı senden daha çok sevdiğini sandığın günleri de babanın seni hiç sevmediğinden emin olduğunda da ailene aitsin. seni hiç anlamıyorlar, bambaşka bi dünyada yaşıyorlar, biliyorum. ama sen oraya aitsin. bazen hiç istemesen de…

benim de ait hissetmediğim bi ailem oldu. içlerinde değil aralarında büyüdüğüm. annemi sevdiğimi hiç hatırlamıyorum; patolojik, evet! babam beni sevdiğini göstermekten hep çekindi. ablam çok uzakta, abim erken göçmüştü. kardeşimse tam bir kayıp!

ait olduğum aile… ailem. nasıl da kimsesiz büyüdüm aralarında. nasıl da eksik!

ben eksiklerimin farkına vardığımda bomboştum aslında. kendimi doldurmam gerektiğini bağırıyordu baktığım tüm aynalar. ait olmalı, aidiyetler edinmeliydim.

o günlerde belli oldu işkolik olacağım. hâlâ çok çalışırım! işime aitim.

o günlerde biri bana âşık oldu. sevilebileceğimi öğretti. benim …… oldu. sevgilim, arkadaşım, dostum, kocam. noktalı boşluktaki birçok kelime aidiyet hissettirir.

o günlerde büyümemin yetmeyeceğini, büyütmem gerektiğin anladım. çocuklarım oldu. onlara aitim. benimler ikisi de! kayıtsız, karşılıksız… aidiyet hissetmek değil, aidiyet oluşturmak onlarla mümkün oldu. ait oldukları “aile”yi kurdum.

hâlâ eksik hissederken yusuf’la tanıştım. kardeşime ihtiyacım olduğunu hissettirdi. kendimi tam sanırken, “olduklarım” bitti sanırken, olamadıklarımdan birini çarptı suratıma. abla olamadığımı hatırlattı!

aile kavramında bir başka noktalı boşluk daha oluştu. nasıl büyüdüğünü, nasıl yaşadığını, neye ihtiyacı olduğunu ve gözüme genç bir delikanlı gibi görünürken koskoca bir adam olarak neler başardığını öğrendikçe duyduğum gurur bile abla gibi hissettirdi. yaptıklarıyla gurur duymak, yapacaklarına destek olmak istetti.

önerdiği şarkıları dinlemek, birlikte konserlerine gitmek, çevirilerini okumak, sohbet ederken kayıtsız şartsız tarafını tutarak fikir vermek yusuf’la beni kardeş yaptı. beni kendi nesline daha yakın; ılımlı, kendi neslimi daha bi anlar; olgun yaptı.

bir daha kutlamayacağımdan emin olduğum son yaş günümü organize ettiği için bir yıl daha yaşlanabilmiş hissediyorum. ziyaretime geldiğinde çikolata alacağım kadar küçüğüm benim! daha neler başaracaksın, kimler ardından gelecek… diyerek yüreklendirdiğimde devleşebileceğinden emin olduğum kadar da büyük!

şimdi… hep yanındayım. hep yanımda!

eksik hissetmiyorum.

bunu neden mi yazdım?

geçen gün ben yokken yusuf ofise ziyarete gelmiş beni. geldiğini bana bildirenler “kardeşin uğramıştı, yine gelecekmiş,” dediler. adını söylemediler. kardeşimin değil, yusuf’un uğradığını anladım. tereddüt etmeden!

aidiyet mutlak bir ihtiyaçtır! eksikliğini tamamlamak kişiliğini oluşturur. ablası olduğum adamın başarılarından duyduğum gurur beni o başarılara ait hissettirdikçe güçlenirim. gücüm kardeşimle paylaşabilmek için büyür!

aidiyetin için teşekkür ederim yusuf. çok yaşlı bir kadın olup pencere kenarında ziyaretime gelmeni beklerken, arabandan inip ali’yle konuşa konuşa, el sallayarak yaklaşacağınız günleri “yaşamak” istiyorum artık. ömrüme tahammülümü kolaylaştırdığın için teşekkürler!