annelerine razı çocuklar - biaile'den

geleneksel aile yapısından farklı aileler içinde yaşayan çocukların arkadaşlarından farklı yaşam şekillerine alışmaları, bunu başarabilmeleri beni hep üzüyor. çocukların sıra dışı olan herhangi bir duruma adaptasyonları sizce de üzücü değil mi?

mesela ben oğlumun ardımdan “anne gitme!” diye ağladığı hiçbir gidişimi hatırlamıyorum. kızımınsa şımarmak istediği bir iki seferin dışında hiç onu bırakıp “bir yere” gidişime hiç itirazı olmadı bugüne dek.

okulun ilk günü eteğini bırakmayan çocuklarının durumundan şikâyet ederken bile gururlanan annelerden olamadım ben hiç. kızımın doğumunda asla onsuz uyuyamayacağımı söyleyerek oğluma dönebilmek için vaktinden önce hastaneden ayrılmış olmam benim çaresizliğimi gösterdi sadece. ali sibel teyzesinde beliz’le geçirdiği geceden memnundu benim özlemle ona koştuğum gün. üstelik ona getirdiğim kardeşi de tıpkı ona aldığımız oyuncaklar gibi sevinerek kabul etti. o günden bu yana kardeşinden şikâyet ettiği anlar hatırlanamayacak kadar kısa sürmüştür. kızımsa yedi aylıkken çalışma hayatına dönmemle kendi düzenini kurdu evde. iki kardeşin kafasında oluşturduğu anne portresi benim vicdan azabımı kapsamadı hiç.

tüm bunları neden mi anlatıyorum?

çünkü ben kıskanıyorum!

cumartesi tüm günü birlikte geçirip kanepenin neredeyse her köşesinde çeşitli sebeplerle mayışmış, birbirimiz olmadan nefes alamayacakmışız gibi hissetmemize rağmen gece tam da onlar uyuyacakken dışarı çıkmama minnacık bir itirazları olmadı.

“nereye gidiyorsun anne?” bile demediler.
yaşar konseri için hazırlanırken kızımın yanıma gelip dışarı çıkmama alışkın olmadıkları o saatte ne yaptığımı sormasını bekledim, gelmedi.

çıkmak üzere olduğum anlaşılsın diye topuklu ayakkabılarımla antrede gereksizce attığım birkaç adım da meraklarını celbetmedi.

“çocuklar ben gidiyoruuum…” dedim umutla. uyumadan önce çizgi film seyretmelerine izin verilen günlerin ayrıcalığıyla zevkten baygın birer “güle güle”den başka bi şey dökülmedi ağızlarından. ne ayşegül eleştirel bakışlarını çevirdi bana ne de ali öpmek için kalktı yerinden.

hallerinden memnun, mutlu olmaları çok hoş tabii… ama bensiz de mutlu olmalarını çok kıskanır oldum artık. bana ihtiyaç duymaları değil konumuz, anlıyorsunuz değil mi? bensiz de bir hayatları olduğunun, onlarla olmadığımda da sürdürebilecekleri bir düzenleri olduğunun farkına vardıkça kendimi yalnız hissediyorum.

bunun için çok erken olduğunu biliyorum. ali’in ilk sevgilisini, ayşegül’ün gençliğinde örnek alacağı kim bilir hangi ünlü ünsüz kadını kıskanacağım tabii. bunlara hazırım. ama sanırım şimdiden kendilerine kurdukları bensiz de süren hayata karşı güçsüz hissediyorum kendimi.

ben onların şimdi içinde mutlu oldukları hayatı kurarken ve eksiksiz sürdürebilmeleri için çalışırken, onlar bensiz de yaşamaya alıştılar kendilerine ait dünyalarında. bu kaçınılmazdı. birçok arkadaşlarından daha çabuk kabul ettirdiler birer birey olduklarını. ama elimde değil, kıskanıyorum: aidiyetimin yerine koydukları her şeyi…

onlarsa hızla büyüyorlar. ne zaman isterlerse yanlarında olacağımdan emin, yanlarında olmadığım zamansa kendilerine güvenli.

bense yaşar konserine giderken olduğu gibi yalnız çıkıyorum hep yola… o kuşlar’ı söylerken herkes neşeleniyor da ben yaprağın kaderi düşmekmiş derken hüzünleniyorum.
yaşar, yüzlerce kişi kendisini seyrederken beni gösterip “bu şarkıyı özel biri istedi, onun için söyleyeceğiz,” diyerek onu yazın dünyasına yeniden kazandıracağıma dair müjde verdiğinde gözlerimde görmek istediği gururu bu yüzden bulamıyor o gece.

o kadar hüzünlü ve terk edilmiş hissediyorum ki o gece, yaşar’ın sesi kulaklarımdan değil, kalbimden içeri giriyor, batıyor!

ancak “seni severdim… ve sana rağmen yine severdim!” dediğinde çocuklarımın beni herkesin annesi gibi değil de onların annesi olarak, tüm farklılığımla sevdiğinden emin huzur buluyorum.

“sen de her şey gibi yanımdayken, sen misin sen mi oluyorsun?” dizeleri geliyor aklıma sonra. onların yanındayken kimse gibi olmadığım için, ben olduğum için seviniyorum. ben ben miyim bilmiyorum… ama onların gözündeki “anne” figürü neyse, o kesinlikle ben oluyorum!

konserden çıkarken yaşar’ın söylediklerinin hiçbirinin sadece şarkı sözü olamayacağını düşünüyorum. yine… her bir harfine, tüm notalarına teşekkür ederek eve geliyorum. makyajımı sildikten sonra öpüp kokladığım yanaklarından aldığım heves beni sadece çocuklarımın annesi olarak değil, kelimelerin, cümlelerin gideceği yolların kılavuzlarından biri olarak da güçlendiriyor.

yaşar’ı benim gibi sadece kulaklarıyla değil, kalpleriyle de duyacak; okuyacak olanları düşünüyorum…

tabii, doğru tahmin! o gece de uyuyamıyorum…

5 şubat 2011 / istanbul

1 yorum:

  1. anlatımını çok sevdim..
    içsesleri.. kendince süren düşünce zincirlerini çok kendimden hissettim..
    ergenlerim var benim de..
    böyle içimden onlarla ilgili şeyler düşündüğümü anımsayıp.. anlattığımda.. eski günlere dair..
    gülüyorlar bana.. yok öyle bişey yalnız .. diyorlar bi de..
    hatta anne bu kadar duygusal olma alt tarafı.. diye düzeltiyorlar da..

    ama ben kendi iç sesimle.. duygu derinliğimle geçirdiğim o günleri yılları anımsayıp mutlu oluyorum.. onlar hafifsese de..

    keyifle

    YanıtlaSil