90’ların başında hâlâ ilk aşkıma âşıktım ben. çok gizliydi… saklıydı. sezen aksu biliyordu bir tek! yani biliyor olmalıydı, yoksa tam da o şarkıları tam da benim için yazamaz, söyleyemezdi.
90’larda ebeveynlerimizden deli gibi saklamak zorunda olduğumuz aşklar, şimdi açıklıkla paylaşılması gencin “anlaşılabilmesi” için zorunlu olan aşklara benzemiyordu. çok seviyorduk, çok âşıktık, defterlerce şiir yazıp kalplerin içine harfler yerleştiriyorduk ama kimse bilmiyordu. kimi zaman âşık olduğumuz çocuk bile…
annelerimizin muhtemelen fark ettiği, ama karşılıklı konuşarak ciddiyet kazandırmak istemediği bu aşkların neredeyse tümüne sezen aksu eşlik ederdi. biz beni unutma diye inlerken annelerimiz “bizimki bir gün daha yaşandı ve bitti, diyor. çocuk yüz mü vermedi ne yaptı? bi üzgün bi üzgün ki sorma…” diyerek dert yanardı birbirlerine. eşlik ettiğimiz her sezen aksu şarkısı ruh durumumuzun analiziydi ailelerimiz için.
sinemaya giderken haber vermek değil izin almak zorunda olduğumuz yıllardı 90’lar. belki şehre bir film gelir diye beklediğimiz, “yazılar”ında bir güzel orman olmasını umduğumuz yıllar… sevdiğimiz adamların başka olduğu yıllar, ama başka! hepimiz birer kedi edinmek istedik, annemiz bize küsünce tüm şehir küsmüş sayıldı. anlıyor musunuz?
masum olmadığımızı keşfetmek çok zamanımızı almadı ama. sezen aksu hiçbirimizin masum olmadığını söylediğinde inandık! duygularımıza tercüman olabiliyorsa bizi de iyi tanıyor demekti… kirpiklerim ıslanırken annemi daha iyi anladığımı düşünüyorsa, kalbim bir mektup gibi buruşturulup fırlatıldığında içimdeki çocuğa sarılmamı söylediğinde dinliyordum ben onu. sadece şarkısını değil, sözünü de dinliyordum. 90’lardan bu yana içimdeki çocuk ona sarıldığımda günahkâr dünyanın masumiyetini sorgulamaktan ancak böyle vazgeçebiliyorum.
küçüktüm, özel önemi zannetmeye ihtiyacım vardı benim de 90’larda. yenilmeye, saçmalamaya, kendime güvensizliğime sezen aksu eşlik ediyordu. bana kocaman, rengarenk, geçici oyuncak zaferler sunan da oydu. yolun başında, henüz kısacık yol almışken çocuk gibi korunmasızlığıma, sonsuz endişeme sadece sezen aksu’yla dayanabiliyordum.
ben büyürken sezen aksu yüceldi durdu.
yalnızlığıma senfoniyle karıştı… kaçıp gitme isteğime ışık doğudan yükselir diyerek yol gösterdi.
90’ların ortası ilk aşkımın acısına yuva oldu… kimse anlamadı karanlığımı nasıl koyuttuğumu! kime sarılacağımı bilemezken buradayım dedi sezen aksu o “yaz bitti yine mevsim sonbahar” derken ben sevgilime “kim bekler, kim çeker bu kadar… sofrandaki kırıntılar kadar bile mi olamadım” diye haykırdım!
sora herkes her şey sustu benim gençliğimde! 90’lar aşk acıma teslim olmuştu bile.
o akşam sevgilinin adres defterinde sezen s harfinin ben de n harfinin olduğu yerde yok ettik adımızı!
o yıllar geçip giderken… ardından iki kadın uyanıp ağladı sanki! biri sezen diğer ben…
benim biraz ahım kaldı!
şimdi kendini tanıyan, nerede olduğunu ne yaptığını sorgusuzca gösteren bir kadın olmam için 90’ları “öyle” yaşamam gerektiğini kabul ettirebilen tek şey sezen aksu’dur. onun şarkıları olmaksızın geçemeyecekmiş gibi gelen her bir yılıyla 90’lar birçoğumuzun hayatının dönüm noktası olan günleri barındırır.
teslim alındığımız, terk edildiğimiz, razı olduğumuz, isyanla güçlendiğimiz yıllardan bahsederken “doksan…” deriz çoğumuz! ve sezen aksu her ne durumda olursak olalım eşlik eder! bizimle yenilir, bizim yerimize terk eder, bizimle haykırır ve bizi çoğaltır.
adını sakladıklarımıza sırdaş sezen aksu’nun adı 90’larda, hem kendi şarkıları hem de bize sevdirdiği şarkıcılar sayesinde sonsuzluğunu kanıtladı. bu durumda söyleyebileceğim son şey; mutluluk en çok onun hakkı! 90’ların hikâyesi ne kadar yorgun ve kırık dökük olsa da…