Ölüm sandığımız gibi bi şey değil! İçinde gibi kelimesinin
geçtiği hiçbir cümlede anlatıldığı gibi değil ölmek. Hele ölene veda etmek… çok başka.
Her gün, yaşadığın her acının sebebi olduğunu düşündüğün
birinin ölmesini dilemekle, yaşadığın her acının sebebi olan bir başkasının
ölmüş olmasına isyan etmek aynı değil. Sana can verenin aniden ölmesi eski bir
fotoğrafta kalan gülüşleri özlemekten öte acı vermezken canını vereceğin
birinin yıllar önce öldüğü gün derinden sızlatabilir.
Annem öldü iki gün önce… yokluğuna alışmıştım, güle güle
demem zor olmadı. Ama tam yirmi beş yıl önce bugün ölen abime hala veda edemedim.
Hayata tahammülsüz, isyana meyilli kişiliğimin sebebi hangisi
bilmiyorum; beni erkenden bırakıp giden abim mi, nereye kaçsam peşimi hiç
bırakmayan bedduaların yakıcı dili annem mi?
Kendimi ait hissetmediğim her yerde ruhuma yapışan o iki
elin sahibi, bıraktığım yerde kalmayıp her sabah aynada karşıma çıkan yorgun
yüzün bi eşi annem… iyi ki gitmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceği günler gelene
dek bekledin çekip gitmek için. Neredeyse hiçbir şey hissetmiyorum ne vicdan
azabı ne sevinç.
Ama sen abim… sen beni “bıraktın” da gittin! Yirmi beş yıldır
geçmedi sana kızgınlığım.
Hani en çok sevdiğin o kızdan ayrıldığında, günlerce üzgün evden çıkmadan elindeki kitabın aynı
sayfasını bin kere okuduktan sonra çıkıp gitmiştin. Köşeyi dönene kadar
duymuştum söylediğin şarkıyı; “Karanlık çökünce sokağımıza, köşede ben varım
unutamazsın!”
Döndüğünde anahtarın kapıda bi türlü dönmezken de aynı
şarkıyı söylüyordun, unutmadım. “Bir hayal olurum yanı başında, sen beni
ömrünce unutamazsın!”
Annemden kalan şarkı mı? Beni içten sevdiğine inanmaya
ihtiyaç duyduğumda mırıldandığını hatırlarım hep… kandırırım kendimi. “Dağlar kızı
Reyhan, analar kuzusu Reyhan…”
İşte yılların vedası da bir şarkıda, iki günlük hoşça kal da…
Ama ölmek sandığımız gibi değil. Ölüme direnmek de… heves
etmek de!
İstemem… kimse kimseye böyle veda etmesin.